Mardin’de deliklerden ya ışık ya su ya da kuşlar çıkıyor. Taşların dikey elverişsizliğinden türlü türlü bitki fışkırıyor. Mardin taşının bir florası var. Yaşam en beklenmedik yerlerde kıvrılarak, tutunarak ve doldurarak kendine yer açıyor.
Bienal için ortaklaşa bir çalışma üretecek olan Deniz Üster ve Burcu Yağcıoğlu, Mardin taşlarından taşan yaşamın izlerini sürerek, mikro ve makro ölçekteki varlıkların birbirlerine doğru devindikleri anlatılar oluşturuyor.
Mardin’in altındaki, tüm şehre yayılmış su kaynakları dingin bir akışla her evi, her yapıyı birbirine bağlıyor. Sular yerdeki pencerelerden yüzeye ulaşıyor ve her bir su penceresinin üzerinde bir yapı var. Buradaki su, güneşten sakınıyor. Üst katların zeminindeki kara delikler, aşağının ışık kaynakları oluyor. Mardin’de dışarısı bir anda bir Abbara’yla içerisine dönüşüyor.
Burcu Yağcıoğlu ve Deniz Üster, yerin altını, üstünü ve içini birbirine bağlayansuyun oluşturduğu ağdan yola çıkıyorlar. Sanatçılar iklim krizi ve faillik ilişkisini, insan bedeninin sınırsız simbiyozlara açıldığı kurgusal gerçeklikler üzerinden ele alıyorlar. Mikroorganizmaların kendi DNA’mızla birlikte kurduğu içsel evrenimizle, dışarının devasalığı ve kapsayıcılığı arasında akışkan ve kaygan geçişler yaratıyorlar.